Son Dakika



Ünlü yazar Cahit Kayra ve şair Cemal Süreya'nın iki Maliye Müfettişi olarak yıllar önce yaptıkları konuşmayı, hem bir şairin ve yazarın toplumsal düzen üzerine düşünceleri, hem entelektüel ilgi alanları, hem dönemin düşünce dünyasını yansıtması açısından önemli buluyoruz. Bu zaman geçtikçe değerlenen konuşmayı gercekedebiyat.com okurları için yayınlamayı görev biliyoruz:

Seber- Zaman zaman Maliye Müfettişlerinin “felsefe”sinden söz edersiniz. Bununla neyi anlatmak istiyorsunuz?

Kayra- Felsefe için, yaşama bütünüyle bakmak, ona tümel bir açıklama bulmaktır diyebiliriz. Maliye Müfettişinin felsefesini de bu tanım içinde ele almak gerekir. Maliye Müfettişinin, kendi mesleği karşısındaki davranışına bir açıklama aramak. Maliye Müfettişi önce bir insan; sonra, sırasıyla, toplum içinde bir insan (o toplum bizim toplumumuz); daha sonra memur, devlet memuru; daha sonra maliyeci. En üstte de Maliye Müfettişi. Böyle bir sekansı var.

Seber- Ona bakarsanız her şeyde bir sekans yok mu? Bunun özgül yanı ne demeye geliyor?

Kayra- Şu demeye: Maliye Müfettişinin bir insan olarak bütün öbür kategorilerdeki kişiler gibi “kendini gerçekleştirme” ye çalışmasına bakmak önemlidir. Ama asıl konu başka bir kesimden sonra başlıyor. Maliye Müfettişi ne yapmak istiyor, ne olmak istiyor? Kendini bu planda nasıl gerçekleştirmeye çalışıyor? Bunu aramak gerek. Bir de şu var: Maliye Müfettişi çok ciddi ve köklü bir gelenekten geliyor. Ama o gelenek de, nice özgül olursa olsun, aynı toplumun hücrelerinden oluşmakta. Başlangıçta Osmanlının yönetime özel ağırlık tanıyan tutumundan etkilenmiş. Bu etkinin daha sonra zayıflamış olacağını da doğal karşılamalıyız. Ülkemizde Cumhuriyetten sonraki evrim yalnız hızlı olmakla kalmadı; peş peşe ve sürekli atılımlar ve sıçramalar da yaşadı.

Seber- Elbet, bu arada tökezlemelere, ayakların kaymasına da tanık olduk…

Kayra- Hem de nasıl! Kimi zaman düşüyoruz da, atladık, sıçradık sanısı içinde oluyoruz. Ama o ayrı konu. Maliye Müfettişi yaşama nasıl bakıyor? Oradaki gerçekleri nasıl değerlendiriyor? Bunları aramalıyız. Ayrıca felsefe yaklaşımı içinde başka konular da var: etik var, mantık var… Benim toplumbilim ve ruhbilim üzerine bilgilerim yeterince güçlü değil. Buna karşın, Maliye Müfettişliğini bir yaşam modeli olarak bildiğim sanısındayım. Böylesi ampirik bir birikimle bu konuda sağlıklı çözümlemeler yapılabilir mi? Yapılamaz belki. Yine de birinin bu yürekliliği göstermesi gerek. Bir yerden başlarız. Hele işi ucundan bir tutalım, daha sonra başkaları eklemeler, çıkarmalar, düzeltmeler yaparak daha iyi sonuçlara varılır elbet.

Seber- Bence Maliye Müfettişinin kendine özgü bir toplumbilimsel konumdan söz etmek zaten doğru olmaz. Belli bir toplumbilim koşulu içinde ayırıcı özellikler aramak söz konusu. Bu bağlamda Maliye Müfettişinin evriminden ne anlıyorsunuz?

Kayra- Bizim toplumumuzda Maliye Müfettişi nasıl ortaya çıktı? Önce bu sorunun yanıtını bulmaya çalışalım.

Maliye Müfettişliği Osmanlı toplumunda, XIX. Yüzyılda, karışık ve çelişkili bir Ortaçağ merkezciliğine, kıta Avrupa’sı monarşilerinden alınıp uygulanan bir kurum olarak doğdu.

Seber- Merkezcilik lafı yerinde mi burada?

Kayra- Dur da, sözümü sürdüreyim… bir yabancı yazarın dediği gibi, anarşik bir konfederasyon biçimindeki Osmanlı devleti yönetim felsefesi bakımından feodal yönetim anlayışından ayrılmış sayılmazdı. Tanzimat maliye nazırları birer süper veznedarlık niteliğini aşmakta güçlük çekmekteydiler. O zamanki Maliye Müfettişleri de Sultanın emrinde sıradan memurlar olarak görünürler. Git, aç, İkinci Meşrutiyet Öncesi salnamelerini, buna tanık olursun.

İkinci Meşrutiyet’in toplum düzenine getirdiği değişiklikler arasında Maliye Müfettişinin Sultan’dan koparak karşılıklı hak ve yükümlülükleriyle hükümetin hizmetine girdiği görülüyor. Bu gelişme Cumhuriyet döneminde daha da biçimlendi. Maliye Müfettişi bir anlamda özerklik kazandı; hatta bir ölçüde hükümetin değil, aynı zamanda devletin hizmetinde olduğunu, ona karşı yükümlülük taşıdığını düşünmeye başladı. Hiç değilse, kendi kuşağım adına konuşayım, 1950’den öncesinde Maliye Müfettişleri durumlarını böyle sezinlediler, böyle değerlendirdiler.

Cumhuriyet dönemi, sultanlık despotluğundan ayrılmakla birlikte, etken ve merkezci bir devlet biçimi yarattı. Yönetim birimleri eskiye oranla giderek küçülürken, merkezdeki devlet mekanizması aşırı ölçüde güçlendi. Akılcı ve geniş kapsamlı yasalar çıkarıldı. Toplum yaşamı da giderek daha karmaşık, sık bir görünüm kazandı. İç ve dış olaylar artık kamuoyuna bir başka biçimde yansımaktaydı.

Güçlü devlet, güçlü kadrolar demektir. Cumhuriyet yönetimi güçlü bir Maliye Müfettişleri kadroları oluşturdu. Özellikle yönetim planındaki merkezcilik, ekonomi planındaki devletçilik yaklaşımları zamanına göre iyi yetiştirilmiş Maliye Müfettişinin en yüksek yönetim mevkilerine çıkmasına yardımcı oldu. Bu gelişme, Maliye Müfettişinin yaşama bakış açısından önemli sonuçlar doğurmuştur, diyorum.

Seber- Nasıl yani?

Kayra- Bunların bir bölümü Maliye Müfettişi ile devlet arasında. Bütün bir Cumhuriyet döneminde birkaç yüz kişilik Maliye Müfettişi topluluğu 26 bakan çıkarmıştır. Ayrıca, bu bakanların bazıları, birkaç kez aynı ya da değişik bakanlıklarda görev almışlardır.

İkinci sonuç, Maliye Müfettişinin kendi içinde oluşum sürecinde görülür. Maliye Müfettişi kendini devletle özdeşleştirdi. Ve kendini devlet görevlilerine özgü davranış bütününden soyutladı. Belli bir süre bunun doruk noktasına çıktığını görüyoruz: 1950 öncesinde olduğu gibi… Maliye Müfettişi öyle bir ruh hali taşımaya başladı ki, devlet sorumlusu olarak kendini herkesten üstün bir katta görmeye başladı. Bir yandan kendini devletle özdeş görme eğilimi, öbür yandan onu yönetmek için üst kademelere çıkma dürtüsü… işte böyle bir ruh hali … izin verirsen, hemen adını koymak istiyorum: Maliye Müfettişi bu oluşum içinde bir bakıma mistik bir karakter kazandı. Böyle düşünülebilir diyorum. Elbet, bunu dinsel anlamda diye ele almamak gerek. Şunu demek istiyorum: Maliye Müfettişi görevini bir rastlantı olarak görmemeye başladı. Bu ruh hali de kendi çelişkilerini beraberinde getirdi.

Maliye Müfettişinin gelenek oluşum çizgisi üzerinde kuşkucu-araştırıcı niteliğine önemli bir yer ayırmak gerektiği kanısındayım. Görevi devlet işinin doğru yapılıp yapılmadığını araştırmaktır. Kendine verilen başka işler de olacaktır. Ancak Maliye Müfettişinin formasyonunda ağırlık noktasının araştırmada olduğunu söyleyebiliriz. Bu da bir nesnelik demek. Temelde kuşkuculuk yatar. Bu nitelik Maliye Müfettişinin yönetici kadrolara geçmesinden sonra da sürüp gider. Tabii, çeşitli dalgalanmalar gösterecek.

Seber- Kendi varoluş süreci içinde sürekli mistik, görevi gereği olarak da sürekli kuşkucu!..

Kayra- Evet, öyle sanıyorum. Ama daha değinmediğim bir konu da var. Bu arada, toplumda bir başka gelişme daha etkinlik kazandı. Geleneksel tutuma karşı bir gelişme: Bireysellik Türk-İslam kültürüne ters düşen bir eğişimdir. Belki de sadece İslam Kültürü’ne ters. Bin yıl önce Orta Doğu karmasındaki “Mutezile” ve daha öncesi düşünce ve doktrin tartışmaları da, bu yüzden güçlerini yitirdiler denebilir. Ancak Tanzimat’la birlikte başlayan evrim aydınlar arasındaki kişilik arayışı içinde bireycilik eğilimini de su yüzüne çıkardı. Akılcılığa ve hümanizmaya dayanan Cumhuriyet felsefesi kişilik ve bireycilik eğilimine daha çok ivme kazandırdı. Tanzimat aydınlarının özgürleşme anlayışı Sultana bağlılık sınırlarını aşamamıştı. Cumhuriyet aydınları bunu aşmayı bildiler ve Tanzimatçıların adını anmaya yanaşmadıkları felsefe ve toplumbilim teorilerini tartışmaya kadar özgürlüklerini kullandılar. Bir yandan kendisini devletle özdeşleştirme eğiliminde olan Maliye Müfettişi de bu akımdan belli ölçüde etkilenmiştir elbet.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de alt yapıda, üst yapıda çok şey değişti. Galip süper devletler kendi kültürlerini, ekonomilerini öteki toplumlara benimsettiler. Türkiye’de toplumun yaşam biçimi, değer yargıları ve hukuksal kurumlaşmalar, teknoloji bu değişmenin etkisi altında kaldı. Maliye Müfettişi de değişti. Sanıyorum ki eski Maliye Müfettişi ile yenisi arasında bütün bu bakış açılarından belli farklılaşmalar oldu.

Seber- Siz kendinizi eskilerden mi, yenilerden mi sayıyorsunuz?

Kayra- Eskilerden demek doğru olur. Eskilerin (ve bizlerin) bir “dini” olarak benimsedikleri “devletçilik”, anlamını, hedefini, dolayısıyla da gücünü yitirdi. Öte yandan savaş öncesinin tek parti ve merkezci devlet kuralı da değişti. Politikada demokratik yöntemler sahneye çıktı. Giderek (burası önemli) etkin, güçlü bir kapitalist-burjuva kadrosu oluştu. İşçiler örgütlendiler. İş bölümünün spektrumu ekonomideki kompleksleşmeye paralel biçimde genişledi. Yeni kurumlaşmalar meydana çıktı.

Maliye Müfettişinin görev ve yetkileri bu oluşum içinde değişikliğe uğradı. Bunların bir bölümü başka kurumlara aktarıldı. Zaten devletin, ekonominin işletilmesi ve yönetilmesindeki rolünün azalması, onun baştemsilcisi niteliğindeki Maliye Müfettişinin rolünün azalması, onun baştemsilcisi niteliğindeki Maliye Müfettişinin rolünün de değişmesi sonucunu verdi. Toplumdaki iş alanının genişlemesi yeni rakipler çıkardı. Öteki bakanlıkların müfettişleri, hesap uzmanları, kontrolörler, özel sektör elemanları, özellikle de teknik elemanlar. Maliye Müfettişi bu değişmeye bir ölçüde kayıtsız kaldı.

Seber- Bu söylediklerinizin arkasında gizli ve ağır bir eleştiri de sezilmiyor mu?

Kayra- Evet. Ama bu eleştiri, “Maliye Müfettişi yetkilerini, görev alanını daralttı” anlamında değil. Maliye Teftiş Kurulu Fransız Maliye Müfettişi modeline göre kurulmuştur. 1908’de ve 1928’de, hatta 1948’de bu iki model arasında farklılık yoktur. Fakat zamanla Fransa’daki Maliye Müfettişleri değişik bir yapı kazandılar; Fransız planlamasını kurdular. Orada bu gelişme olurken biz eskiden bildiğimiz, öğrendiğimiz müfettişliği devam ettirdik.

Seber- Öyleyse bu eleştiri o günlerin yönetici kadrosuna karşı.

Kayra- Evet. Eskiler. Bizler. Gelişmeyi zamanında göremedik. Dünyada ve Türkiye’de savaş sonrasının getireceği değişiklikleri ve bu değişikliklere karşı nasıl hazırlıklar yapılması gerektiğini düşünemedik. 1950-1960 dönemi bu yüzden yitirildi. Türk ekonomisi içte ve dışta parça parça olup giderken Maliye Bakanlığı başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere öteki bakanlıkların ekonomi üstündeki yanlış tasarruflarına engel olamadı. O tarihlerde milli geliri bırakın, tam bir ödemeler dengesi hesabımız bile yoktu. 1958 yılında “Assainisment” sağlıklaştırma denilen çalışma yapıldığı zaman “arriere”lerden ne kadar borcumuz olduğunun tam hesabını çıkaramıyorduk. Oysa aynı tarihte müfettişlerimizin çoğu günlük teftişlerin peşindeydi. Sıradan bir yıllık Avrupa stajı ile yasak savıp dönüyorduk. On yıl böyle yitirildi.

Seber- Bu oluşumda siyasal kadronun da rolü yok mu?

Kayra- Olabilir. Ben Maliye Teftiş Kurulunun (kurul başkanı, müfettişler ve müsteşar, genel müdür ve yardımcıları olarak idareye geçmiş eski müfettişler) bir bütün halinde olaylara nasıl baktığını anlatmaya çalışıyorum. Maliye Teftiş Kurulu zamanında gerekli biçimde hazırlığını yapmış olsaydı ekonomiye makro açıdan bakmakla görevli (Fransa’da olduğu gibi) örgütü kurmayı üstlenseydi, o dağınık ve savurgan yılların acısını da çekmeyebilirdik.

Seber- Şunu anlıyoruz. Savaş sonrasında büyük değişiklikler oldu. Bunu görenler (sözgelişi Hindistan’ın planlama örgütünü kurması gibi) önlemlerini aldılar. Biz on yıl süreyle o boşluğu (doldurabilirdik) Maliye Teftiş Kurulu olarak doldurmadık. 1960’ta Planlama kuruldu. Peki, Teftiş Kurulu kendi içinde önlemler alamadı mı?

Kayra- Bu sorunun yanıtında düşündürücü bir şey olacak. Geçen zaman içinde Maliye Teftiş Kurulu’nun yetkileri daralır ve kurul buna karşı yeni önlemlerini alamazken Maliye Müfettişinin yetişmesinde önemli bir aşama oldu. Maliye Müfettişi teorik bilgiler ve evrensel konular bakımından daha iyi yetişir oldu. Üniversite lisansının yerini master, doktora dereceleri aldı; 1960 sonrası kurulan planlama örgütü belli bir süre Maliye Müfettişlerince beslendi.

Seber- Bu değişmenin Maliye Müfettişinin düşünsel yapısında, felsefi tavrında ne gibi etkileri oldu?

Kayra- Bence büyük etkisi oldu. Maliye Müfettişinde kuşku öğesi eski ağırlığını yitirdi. Bireyci ve bilimsel yanı güçlendi. Maliye Müfettişinin ruhsal yapısındaki ibre kendi varlığına karşı oluşturduğu geleneksel, mistik, kendi dışındaki dünyaya karşı kuşkucu değerlerden, azımsanmayacak ölçüde ayrıldı; olgucu (pozitivist), gerçekçi yönelimlere girdi. Buna göre bu durum değişik bir başka çelişkiyi de getirdi.

Geleneğin etkisinin azaldığı ve işbölümü spektrumundaki yerinin daraldığı bir ortamda bilimsel ve entelektüel gücü artan bir insan. Bak, konuşa konuşa nereden nereye geldik!

Seber- Evet…

Kayra- Çelişki yaşamın içinde bir bakıma yaratıcı, yol arayıcı bir durum, bir dürtü… Daha gelişmiş, entelektüel gücü daha yüksek bir maliye müfettişi, durmadan değişen ortama ve koşullara daha iyi uymasını bilecektir elbet. O bakımdan çelişkiden yakınmak doğru değil.

Seber- Anladığıma göre, bugünkü Maliye Müfettişi eski Maliye Müfettişinin daha gelişmiş bir modeli oluyor. Bu da doğal. Elbet, bu, eskileri küçültmek anlamında değil. Onlar da zamanlarına göre kendilerinden öncekilere oranla daha gelişmiş sayılırlardı.

Kayra- Elbette. Ayrıca eskiler içinde zamanlarını aşabilen pek çok insan vardı. 40’lı yılların Maliye Bakanı Halit Nazmi Kişmir, modern ekonomi ve maliye bilgileri dışında matematik ve (özellikle vurgulamak istiyorum) uzay bilimleri üstünde de bilgi sahibiydi. Sevgili Gıyas Akdeniz ciddi bir bilim adamı niteliği ile 1950 yılında umut kıran değişiklikler sırasında ve daha sonraki dönemlerde bizlerin gelişmesinde etken olmuştur. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Seber- Eski ve yeni arasında değişmeyen şeyler yok mu?

Kayra- Neyi anlatmamı istediğini anlıyorum. Hiç kuşkusuz, değişmeyen bir şey var: Maliye Müfettişinin ahlakı ve mantığı…

Maliye Müfettişi bir insan. Onu da toplum yapıyor. Toplumla onun yarattığı insan arasındaki dinamik ve kompleks ilişkiler onu da etkiliyor, değiştiriyor. Toplumun kendi dinamizminden gelen dürtüler, hükümetlerin uyguladıkları politikalar, dış dünya ilişkileri, zaman içinde değişik siyaset adamları, değişik işadamları, değişik bürokratlar ve değişik emekçiler yaratıyor. Bu etken Maliye Müfettişinin taşıdığı değerler açısından da geçerli. Değişmeyen şey Maliye Müfettişinin ahlakı, erdemi…

Seber- Maliye Müfettişinin hayata toplu bakışı açısından geçirdiği değişmeler ahlak ve mantık açısından neden değişiklik getirmedi? Ahlakı ve mantığı nedir onun?

Kayra- Bu daha soyut bir konu. Ahlakı, Maliye Müfettişinin felsefesinin bir yanı, bir açıdan kendine, bir açıdan da dışındaki dünyaya karşı davranışlarını düzenleyen bir cevher.

Çok şey anlatabiliriz bu konuda. Çalışma koşulları (özellikle eskilerde)… Görevin ve sorumluluğun bazen çok ağır oluşu. Görevin ve sorumluluğun paylaşılamamasının getirdiği ruhsal baskı…

Ne olursa olsun, son çözümlemede Maliye Müfettişi etik planında şurda duruyor: Maliye Müfettişini farklı kılan şey kendine özgü erdemi … Bu erdemin iki ayrı kategorisi var; Birincisi değerli olmak, belli değerlere sahip olmak. Burada bir büyük düşünürün söylediklerini yinelemek gerek. “Maliye Müfettişi işindeki yararlılığını bu değerlerle sağlayacaktır ama değerler görelidir ve bir değer bir başkasıyla değiştirilebilir.”

Dikkat edersen, şimdiye kadar hep bu değerlerdeki “evrim”i konuştuk. Elbette bu değerler ahlakla ilişkili. Çok basit ama belli değerleri olmayan insanların konuştuğumuz anlamda ahlaklı olabileceğini de düşünmüyorum. Ancak bunun dışında da başka bir öğe var. Saygınlık, zaman içinde de, başka değerlere göre de değişmez; saygınlığı hiçbir şeyle değiştirmek mümkün değil. Saygınlık, mutlaktır.

Seber- Yani değerleri başka değerlerle değiştirmek mümkün. Sözgelimi bilgiyi güçle ya da parayla değiştirebiliriz, ama saygınlığın yerini hiçbir şeyle dolduramayız, değil mi? Bunu mu söylemek istiyorsunuz? Peki o saygınlığın kaynakları neler?

Kayra- Acaba bir noktayı atlıyor muyuz? Maliye Müfettişi kendi başına çalışan bir insan. Üstüne üstlük yılın büyük bir bölümünü yabancı çevreler içinde yaşıyor; Bu çevreler de sürekli değişiyor. Tabii, bizim zamanımızda bu durum daha belirgin, daha etkendi. Ama model bu. Bu durum “Maliye Müfettişi”ni bir anlamda “içe dönük” yapmıyor mu?

Kısmen ya da bazı müfettişler için tümü ile böyle bir eğilim varsa, bunun ötesinde “işe yabancılaşma” hali oluyor mu? Bunlar daha çok bugünkü müfettişlerin konusu. Yeni müfettiş kuşkularının durumu bu bakımdan incelemeye değer diye düşünüyorum. Ne dersin?

Seber- Yalnız adamdır Maliye Müfettişi. Ancak bu yalnızlıkta “bir başına” anlamı iyice ağır basmaktadır. Filo halinde dolaşan başka denetmenler karşısında bu durumdan narsisist bir tat duyar; bir görkem gibi algılar yalnızlığını. O görkem yalnız Kurul’u değil, yalnız bakanlığı değil, yalnız devleti de değil, bütünüyle toplumu temsil ediyor olma imgesine dayanmaktadır. Misyonunun, yanlış bulmaktan çok, “düzeltme” (ıslah) olduğunun farkındadır. Bununla gönenir. Taklitlerine karşı bakışında biraz kurum, biraz da ancak yaratıcılarda rastlanan bir sevecenlik vardır. Tarihini Koçi Bey’in iki risalesine kadar götürmek ister gibidir. Umberto Eco’nun romanındaki (Gülün Adı) rahip William’ın sorguculuk görevindeki kadar yetkili, ama hiçbir zaman onun kadar esnek değildir. Kesin kurallara göre çizecektir yolunu. Bu da, baştan beri “mütebahhir”lik kapısını kendisine kapatmış bulunmaktadır. Klasikliği elden çıkarmadan modern olmak zorundadır. (Samet Ağaoğlu, İsmail Rüştü Aksal için “Singer müfettişi gibi…” derken bu modern görünme sorununa mı değinmek istemişti?)

Gözlemler trajik, yargılar rasyonel, anılar mizahi… Yalnız anılarda gülümser Maliye Müfettişi…

Kayra- O trajik nokta?

Seber- Sevgili üstad, İbsen’in Peer Gynt’ünü anımsarsınız. Maliye Müfettişi her zaman, her yerde, her şey olduğu sanısı içindedir. Peer Gynt gibidir. Onun için asıl tehlike, hiçbir şey olmamak değil, maliye müfettişinden başka bir şey olmaktır. Gerçeğini, özlemi kılmıştır. Trajik nokta buradadır, sanıyorum. Hiçbir müzikalde Maliye Müfettişi olamaz…

Kayra- Peki, maliye müfettişinin ortak çizgileri bugün de eskisi gibi mi?

Seber- Eskiden Maliye Müfettişleri turne görevleri dışında tek kentte (İstanbul) otururlardı. 1960’tan sonra durum değişti. Günümüzde, İstanbul’daki bir Maliye Müfettişi Ankara’dakini tanımayabiliyor. Bunun özellikle eski Maliye Müfettişleri için daha çok böyle olduğunu söyleyebiliriz. Coğrafi bölünme, zamanla, kentler büyüdükçe, daha da artacak, kuşkusuz. Bu da ortak tavrı, benzeşimi, sizin başta değindiğiniz “felsefe”yi az çok etkileyen başka bir koşul… Hiç değilse bir arada olmanın getirdiği bazı çizgiler belirsizleşebilir …

Kayra- O benzeşim? …

Seber- Maliye Müfettişleri birbirlerine benzemezler. Ama tek tek, başkalarına da hiç benzemezler. Bu ikinci benzemezlik Maliye Müfettişleri arası benzerliği kurar. Bir de Maliye Müfettişini “benzerlerinden” ayıran özgül öğeler var. İşlerin hızla çeşitlenmesinden doğan bir uyarlanma ve devinim gücü yeteneği…

Kayra-Yine de …

Seber- Yine de şu var: ortak çizgiler, meslek hayatlarının bütününü ya da çok büyük bölümünü Kurul’da geçirmiş Maliye Müfettişlerinde daha belirgindir. Ama bir süre sonra sabit görevlere geçenlerde başka bir anlam da kazanıyor. Birincilerde parabol, ikincilerde hiperbol konumu söz konusu.

Politikaya atılanlar için de hiperbolden söz edeceğim.

Bir de özel sektöre geçenler var. Son yıllarda kısa sürede özel sektöre geçenlerin sayısında bir artış gözlemleniyor. Bunlarda ortak çizgilerin, ya da ortak çizgileri etkileyen öğelerin henüz belirsiz olduğu bir gerçek. Yine de sonunculardaki Kurul “özlemi”nin ikincilerdekine göre daha büyük olduğu görmezden gelinemez.

Kayra- Ortak tavır demiştin?…

Seber- Bence son yıllarda Maliye Müfettişinin benzeşimini, ortak profilini etkileyen iki olaya tanık oluyoruz. Birincisi bir çeşit kültür parçalanması. Ya da tek yanlı bir kültüre uyarlanma durumu. Gerçekte Türk aydınının bu genel sorunu Maliye Müfettişine de yansımıştır. İsterseniz, örneği önce ters yönden ve yabancı bir ülkeden alalım: Valery Giscar d’Estaing Maliye Müfettişidir ve Fransa devlet başkanlığına kadar yükselmiştir. Oliver Todd’un onun üzerine yazdığı bir kitabı anımsıyorum şimdi. Genç arkadaşım Adnan Nas’tan almıştım o kitabı. Giscar sağ görüşlü bir kişi. Ama, sözgelimi en sevdiği şair solcu Paul Eluard. Ayrıca Giscar, Kapital’i bütünüyle okuduğunu, benimsememiş olsa da, o yapıttaki çözümleme biçimine ve yöntemle ilgili duyduğunu söyleyebiliyor. Bizde ise bu yönde nicedir bir kopukluk oluşmuş. Bir görüşe bağlı olan, ya da daha hafifinden söyleyeyim, bir görüşü daha haklı bulan kişi karşıt görüşü ya da görüşleri görmek bile istemiyor. Orda ne var, merak bile etmiyor. Ne yazık ki Maliye Müfettişine kadar sıçramış. Nesnelliğin Ölümü olabilir bu. Charles de Gaulle, niçin kendisine acımasızca saldırmış bir Sartre için “O da Fransa’dır!” diyebilmiş? … Ben dikkat ettim. Master yapmak için Amerika’ya gönderilmiş arkadaşlarımız sosyalist iktisatı hiç incelememe eğiliminde olmuşlardır. Tersi de aynı, kişi karşıtlarıyla dengelenerek de varolamaz mı? Bu sorunun mutlaka bir karşılığı olmalı. Sadece nesneliğin değil, demokratik tavrın ya da oluşun da tehlikeye girdiği bir ortamda yaşamaya başlamışız nicedir… Aslında sadece bizde değil, bütün dünyada böyle … Açın Ernest Mandel’in Ekonomi’sini… Kimsenin sevmediği bu adam çok önemli bir noktaya parmak basmıştır bence. Ricardo’dan sonra liberalist ekonomi düşüncesine, 1920’lerden sonra da marksist ekonomi düşüncesine yeni katkılar getirilmediğini söyler. Düşünmek gerekir.

Kayra- Yani?

Seber- Yani düşüncemin beni belirleyebilmesini istiyorsam, karşıt düşünceleri de mutlaka incelemek zorundayım. Düşüncemin “sureti” ancak o zaman oluşabilir. Bizim kuşak düşünceye o kadar yönelen bir kuşak değil. Ama bizden hemen sonraki kuşakta böyle bir kültür (daha somut bir lafla, bilgi) parçalanmasına tanık olduğumuzu anımsatmadan edemeyeceğim. Sadece, bilgi ve kültür değil, her alan söz konusu burada.

Kayra- Nesnellik… Dürüstlük … önce kendine, sonra başkalarına karşı kusursuz bir dürüstlük. Buna şöyle bir açıklık getirmek, belki doğru olur. Biz yapımızda doğu kültürünü taşırız. Doğu kültüründe merhamet ve zulüm iç içedir. Çoğu kez “erdem” içinde bu iki öğeyi yan yana buluruz. Doğu kültüründe “merhametli” olmak başlı başına bir erdem belirtisidir. Bu “merhamet”in açıklamasını akılla değil duygularla yaparız. Çoğumuzda Allah korkusu ve ölüm ötesi pazarlığı için merhamet oluşur. Zulüm için de böyledir. Zaman zaman başkalarının yaptıkları “zulüm”ü benimseyebiliriz. Uzak ve yakın tarihlerimizdeki, ister sultan, ister politikacı olsun, liderlerin gösterdikleri şiddet hareketlerini bunun için kabulleniriz, alkışlarız.

Maliye Müfettişinin saygınlığının temelindeki erdem doğrulu ve mistik merhametten ve zulüm eğiliminden arındırılmış bir cevherdir. Maliye Müfettişi bu tür zaaflar bakımından insan olarak kendini aşabilecek güçte olduğu için saygınlığını benimsettirmiştir.

Bence Maliye Müfettişi mutlak biçimde “akılcı” olmalıdır. Yaşadığı koşullar içinde, sıradan bir insan, duygusal olabilir. Maliye Müfettişi bütün kararlarında yalnız başına bırakılmış bir insan gibidir ve erdemli olabilmek için kendisini ciddi ve sürekli bir Özdenetim altında tutmasını bilmektedir.

Seber- Demin Gıyas Akdeniz’den söz ettiniz. Gelin, ünlü Maliye Müfettişlerinden çizgiler katarak ortalama Maliye Müfettişinin yüzünü çizelim.

Kayra– Hadi Hüsmen ki şu anda duayenimizdir.

Seber- “Sarf ve Nahiv” onda raporlara mektup tadı verir. O tad, İsmail Salih Özüt’te kısık bakışlar içindedir; İhsan Arat’ta iyiniyetin verimleri; Halil Ayan’ın portatif bıyığında moda duygusu ve eleştirisi; Ferit Melen’de devlet düşüncesinin yoğunlaşarak duyguya dönüşmesi; Nedim Ökmen’de son an gürlüğü; Nizamettin Üremez’de o duygunun sivrilmesi ve kınına zarar verebilecek bir bıçak kesinliği kazanması; Bülent Yazıcı’da İzmir İktisat Kongresi’ni sürdüren sakınganlık; Lütfîi Kamu’da vezneler ve mühürler uygarlığı; Sıtkı Yırcalı’da duyarlığın bilincini yaratma girişimi; Necmi Tansu’da “ebedi” dikkat; Ziya Kayla’da lepiska iktisat kültürü; Memduh Aytür’de Nizamül-mülk tasarımı; Derviş Gılava’da kurtarıcı mesafe kavramı; Cahit Kayra’da zekanın sınırlarını her an yoklama cüreti; Zeyyat Baykara’da devlet çiçeğine sürekli saksılar hazırlama çabası; Ziya Müezzinoğlu’nda güvercine bile hırs katan yüce gönüllülük; Hakkı Özkazanç’ta kartala bile güvercinlik tanıyan alçakgönüllülük; Kemal Kurdaş’ta hayatı bir yararlılık varsayımı görme kavgası; Mesut Erez’de peşin kararlılık ve dosya güveni; Abdullah Kösereisoğlu’nda denge duygusu; Kemal Cantürk’te diyalog sıcaklığı; Adnan Başer Kafaoğlu’nda devlet-halk kavramı üstüne Yunus Emrece dadanış; Nail Çelenoğlu’nda gerçeğin dobra boygösterişi; Erhan Işıl’da insan öğesini sürekli kollayan zeytin dalı patantezler; Erdoğan Koçak’ta insancıllık koridoru; Ertuğrul İhsan Özol’da biçimleri değil, yapıları kollayan tavır; Numan Özsoy’da yaratıcı iyiniyet; İsmail Hakkı Batuk’ta modernizmin de eninde sonunda bir dervişlik olduğunu kanıtlayan jest; Vural Güçsavaş’ta tükenmez uzgörü; Ali Necmi Eren’de mikro’nun büyüklüğü; İhsan Sadi Tınaztepe’de bürokratla teknokratı özdeşleştirme becerisi; İhsan Evliyaoğlu’nda beş kıtayı uzlaştırma güzelliği; Alparslan Onay’da önceleme; Celal Şardan’da dirimin çalışmayla özetlenmesi; Cafer Tayyar Sadıklar’da sürekli öğrenme, sürekli arınma; Turan Kıvanç’ta bürokrat eylemin bitmez dolunayı; Nurhan Erdoğdu’da sağduyunun “dayanılmaz” görünümü; Nevzat Özkan’da beklenmedik öngörü; Sabahittin Benlikol’da Platon önlemi…

Kayra– Bırak şimdi şairliği…”Peter İlkesi”ni bilirsin. Maliye Müfettişleri için bu ilke geçerli mi? Nerde, nereye kadar?

Seber– Bence bu konuda bir ayrım yapmak gerekiyor. Peter İlkesi’ne göre, kişi hayatta, özellikle de bürokraside, yeteneğini aşan bir göreve doğrulur; sonunda o görevin başına gelir. Sözgelimi, bir kişi ideal genel müdür yardımcısıdır; ama, genel müdür olmak isteğiyle çırpınır, sonunda o göreve gelir; ve sıfıra “müncer” olur. Çok rastlanan bir durum.

Maliye Müfettişi için birkaç seçeneği bir arada düşünmemiz uygun olur.

Kurul’dan sabit görevlere geçen Maliye Müfettişlerinde o ilkenin geçerli olmadığı kanısındayım. Çünkü bakanlıklarda sabit görev Maliye Müfettişliğinin doğal uzantısıdır. Bir de doğrudan özel sektöre ya da politikaya akış var. Bence özel sektöre akışın bu yöndeki kuralları henüz kesin bellilik kazanmış değildir. Ama politikaya akış konusunda bende kesinlik kazanmış yargıyı burada açıklayabilirim: Politikaya iki türlü akış oluyor: Birincisi doğrudan akış; kişi, seçime giriyor, kazanıyor, milletvekili, bakan oluyor; İkincisi “ministrabi” kişilerin politikada ortamca emilmesi. Birinci durumda Peter İlkesi geçerlidir. İkinci durumda değil. Çünkü ikinci durumda Maliye Müfettişi resmi bir göreve girer gibi erimektedir parlamentoya. Şu müfettişlerin durumu böyledir: Ferit Melen, Cahit Kayra, Ziya Müezzinoğlu….

Kayra- Ben aslında bir konuyla ilgili olarak bir şey sormak istiyorum sanma. Özellikle İkinci Meşrutiyet’ten bu yana yetişen kuşaklar özgürlük, insana saygı gibi konularda ortak düşüncelere sahip. Yeni yetişen kuşaklar, bu bakımdan eskilerin istediklerinden daha fazlasını istiyor olabilirler. Bütün dünyada böyle. Bu yüzden Establisment (kurulu düzen) konusundan eskilerle yeniler arasında ciddi ayrımlar var. Yeni kuşaklar kurulu düzene karşı büyük tepki gösteriyorlar. Bir yandan da kurulu düzen buna karşı önlem alıyor.

Sorum, Maliye Müfettişlerinin kurulu düzene tepkisi… Ben, eskilerden olarak, bu tepkinin (kişisel ayrılıklar dışında) çok güçlü olmadığını sanıyorum.

Bizim kuşağımız gerek solculuğu, gerekse faşizmi kırkından sonra öğrendi. Savaş öncesinde faşizm olgusu vardı. Sözgelişi öğrenci hareketleri yoktu. Toplumumuzun genel felsefesi “dayanışma” olarak bilinirdi. Şimdiki kuşaklarda ise genel bir tedirginlik ve tepki var. Bu tablo içinde Maliye Müfettişinin yeri nerede?

Seber– Kuşaklara göre değişiyor ve bu durum Türkiye ortalamasından çok farklı değil. Yine de, Maliye Müfettişi; usulleri eleştirdiğinden ve onlarla karakterize olduğundan, görevi ile içeriklerle dolu hayat görüşü arasında her zaman gidip gelme durumundadır. Usullerin kesinliği ve içeriğin zorluğu çağrısı arasında.
KAYNAK: Maliye Müfettişleri Derneği 

 

GERCEKEDEBİYAT.COM

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM