Böyle din adamları da vardı: Hacı Süleyman Efendi (1855-5 Ekim 1923)
Hacı Süleyman Efendi’yi tanıyor musunuz?
Osmanlı “ilmiye sınıfı”ndan çıkıp kendini ve çağını aşarak, adında yarını içselleştirmiş bu çağdaş kafalı din adamını?
Toplumcu aydın, örgütçü ve öncü “müderris”i.
Ben de bilmezdim ayrıntılarıyla. Ta ki, Atatürk’ün yaveri Sadi Borak’ın namuslu ilgisi ve iz sürmesiyle ilk 1974’te yayımlanan o kitap elime geçene dek!
Bu çok ilginç ve öğretici yapıtta Hacı Süleyman Efendi ve içinden ışıdığı tarihsel toplumsal zaman kesiti, kitabın yayımlandığı yıllara (1970’lere) uzanımlarıyla irdelenip inceleniyor.
Okudukça bir kez daha görüyorsunuz ki tanışmak başka, tanımak çok daha başka...
Hacı Süleyman Efendi 2. Meşrutiyet Meclisi’nde Aydın Mebusu, 1. B.M.M.’de İzmir Milletvekili olan, Atatürk’ün “mefkûre arkadaşım” diye selamladığı bir saygın kimlik ve kişilik.
Eğitim ve okulun büyük önemini kavramış, bilime ve bilimsel düşünceye bağlı, eyyamcılık ve karanlık pompalayıcısı politikalara karşı uyanık bir halk adamı… Köylünün emeğinin, üretici esnafın ekmeğinin doğru ve hakça bir temelde yeniden örgütlenmesi için gösterdiği çabayla da yenilikçi ve ilerici bir eylem adamı.
El etek öpmekten hoşlanmayan, hak bildiği yolda eğilip bükülmeden yürüyen bir ışık saçıcısı, hak ve hukuk kollayıcısı…
Eğitim ve eğitim altyapısına, kadınların eğitimine, öğretmenlerin doğru bir düzlemde sahiplenilmesine uzanan bir yelpazede cumhuriyet atılımlarının habercisi bir Osmanlı aydını.
Hacı Süleyman Efendi’nin ta Meşrutiyet meclisine verdiği önergelere, yaptığı konuşmalara bakılınca, o günden cumhuriyete açılan kapıları araladığı, yokladığı görülecektir.
Meşrutiyet’in kısa sürede adına bağlanan umutları tüketmesi üzerine istifasını vererek memleketi Aydın’a dönecek olan Hacı Süleyman Efendi, çöküş eğik düzleminde yuvarlanan imparatorluğun başına gelenleri iki ana nedene bağlar: İlki, sanayi devriminin dışında kalması, ikincisi çağ gerisi bir eğitim altyapısı ve anlayışı…
İzmir’in işgalini izleyen günlerde, önce Nazilli Müdafaa-i Hukuk derneğinde, ardısıra I. Nazilli Kongresi’nde etkin görev üstlenen Hacı Süleyman Efendi, Rauf Orbay aracılığıyla Sivas Kongresi’nde Mustafa Kemal ile tanışacaktır.
Osmanlı “ilmiye sınıfı”ndan gelip de öteki vekil arkadaşları arasında topluma ve geleceğe bakışıyla öne çıkacak olan Hacı Süleyman Efendi, meşrutiyetten cumhuriyete uzanan yolda yenilikçi bir toplum ve politika adamı olarak B.M.M.’deki saygın yerini alacaktır.
Köyün ve köylünün sahiplenilmesinde, esnafın ve öğretmenin desteklenmesinde, cumhuriyetçi eğitim politikalarının kurulup kurumsallaşmasında öncü ve esin kaynağı olacaktır.
Akıl ve bilimdışılığa, hak hukuk düşmanlığına ödünsüz karşıtlığı yanında, çağın ve çağın gerektirdikleri doğrultusunda getirdiği öneri ve uyarılarıyla adını toplumsal tarihin onurlu sayfaları arasına yazdıracaktır. 22 Mayıs 1920’de daha meclise yeni geldiği günlerde öğretmenlerin özlük sorunları odaklı önergesi dolayısıyla yaptığı konuşma, eğitim tarihimizin önemli belgelerinden biridir. Hacı Süleyman Efendi’nin talihsiz ölümü dolayısıyla çok kısa bir süre görev yapacağı B.M.M.’deki bu söylevi, neredeyse 1 yıl sonra (16 Temmuz 1921) Mustafa Kemal’in “Türk’ün Ateşle İmtihanı” sürerken Ankara’da toplayacağı Maarif Kongresi’nin işaret fişeği gibidir.
İşte, Sadi Borak’ın betimlemesiyle “Öğretmenlerin koruyucu meleği” Hacı Süleyman Efendi’nin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e meclis kürsüsünde söylediklerinden kimi bölümler:
“…Millet artık mukadderatını eline aldı. İlim, irfan, ilerleme zamanı. Uzun yıllardan beri arzu olunan mutluluk günleri geldi. Kutlu olsun. 1908 Devrimi’nden (II. Meşrutiyet’ten) sonra milli eğitimden, özellikle ilkokullardan işe başlayacaktık, bilemedik hata ettik. Biz ne zaman dinimizi, dünyamızı, hükümetimizi, her şeyimizi muhafaza eden köylülerin karşılıklı haklarını koruyarak onların köylerinde ilkokullar açarsak, ileri gitmek için o vakit ilk adımı atmış oluruz.
Eğitim düzeni olmayan bir milletin medeni düzeni de olmaz. Bu eşkıyalıkların, alçaklıkların nedeni hep cehalettir. İnsanın yaradılışı saldırı, kavga ve mücadele üzerine kuruludur. İnsanları bu kanundan vazgeçirmek için kesin ve gerçek bir etken olmak gerekir ki, bu da eğitimle olur. Bugün köylerde ufak ufak okul yapmak, şehirlerde büyük büyük cami yapmaktan daha hayırlıdır. (…) Binaların damlarını değil, fikirleri ve ruhları yükseltmelidir. Bir hükümette en büyük hizmeti yapanlar, debdebeli, geniş, muhteşem saraylarda gizlenen şerirler ve köylülerin cehaletinden faydalanarak onları daima kahreden ve sömüren rezil ağalar değil, fakir kulübelerinde oturan o yüksek ruhlu köylülerdir. Köylerde yalnız erkekler için değil, birer de kızlar için okul açmak gerekir. Erkeklerin okuması ne kadar gerekli ise kızların okuması da o oranda önemli, hatta çok daha önemlidir. Çünkü 7, 8, 10 yaşına kadar bir çocuk ana kucağında terbiye gördüğü için kadınların ilimle kültürle ziynetlenmesi daha değerlidir.
(…) Hülasa, devlet ve milletin mutluluğa ulaşması, kültür derecesine bağlıdır. Kültür yol gösterici, uyarıcı ve kurtuluş yoludur. Biz onunla hareketimizi tayin edebiliriz. (…) Böyle bir olağanüstü dönemde, böyle bir hayret verici yüzyılda her ulus kuvvetin, ilerlemenin nimetlerinden faydalandığı bir sırada, bizim ondan yoksun bir halde kalmamıza İslamiyet adına teessüfler olunur. Yalnız, müsaadenizle bir şey arz edeceğim, vaktim kalmadı, ağzım kurudu (68 yaşında, ÜS). Aslan yatağında oturmanın, uyumanın tehlikeli bir şey olduğunu düşmanlara göstermek zamanı nasıl geldiyse; köylülerin mutluluğuna hizmet etmek, okullarına bakmak zamanının da öylece geldiğini en sıcak, en içten bir dille arz ederek sözümü kesiyorum.”
Sadi Borak, ilk 1974’te yayımlanan kitabının tam da burasında “Öğretmen Kıyımı” diye birara başlıkla öğretmenlerin o günkü durumunu irdeliyordu: “Hacı Süleyman Efendi 1920’lerde nefes tüketiyordu Meclis kürsülerinde Okutalım, okutalım, okutalım… diye. Aradan yarım yüzyıldan fazla zaman geçti. Aydınlarımız hâlâ Hacı Süleyman Efendi’nin 54 yıl önce nefesini tükettiği hastalığımızdan ve aydının sesinin boğulmasından yakınıyor.”
“Cahilin dindarından da hayır gelmez… Yurdu çöküntüden kurtarmak için düşünen kafalar, her şeyden önce cehalet hastalığıyla savaşmalıdır. Bir ulusu tutsaklıktan ve yok olmaktan kurtarmak için cehaleti gidermek lazımdır. Zorla alınan meşru haklarını köylü geri aldığı gün, ilerlemek ve yükselmek için ilk adım atılmış olacaktır. (…) Çocuklarını okutacağız diye köylüden eğitim payı alıp, bu para ile zengin çocuklarının yüksek okullarda okutulması kadar açık bir aldatmacılığın, zulmün, istibdadın ve eşitsizliğin bir başka benzerini bu dünya aynasında göremiyorum.” Diyen Hacı Süleyman Efendi, kendisinden onca yıl sonra öğretmenlerin şeytanın uşaklığıyla nitelendirilmesi karşısında ne derdi acaba?
Bir yazısının başlığıyla “Ak’la Kara’nın Savaşımı”nda hep en saflarda yer almış bu aydın din adamı temeline taş koyduğu cumhuriyet kültür yapısının kurulduğunu göremeden talihsiz bir kazayla yaşamını yitirecektir. Onun da, onu bize tanıtan Sadi Borak’ın da adına anısına bin saygı, selam…
(Ağustos 2000, Şubat 2017)
(*) Sadi Borak, “Atatürkçü ve Toplumcu Örnek Bir Din Adamı, Hacı Süleyman Efendi”, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2. Baskı, Aralık 1999 İstanbul.
Ümit Sarıaslan
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR