Son Dakika



Sekiz rakamını yan yatırdığınız zaman, “sonsuz” oluyor. Matematiksel bir sembol, kadın soyutlaması gibi yatıyor aramızda. Belki de “kadın”la en çok çakışan rakam, “kadınlar günü”nün rakamı. Rastlantıya bak, üstelik evrensel. Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Sonsuzluğa hoş geldiniz. Lütfen bu sonsuzluğa yeni gözlüklerinizle bakmaya çalışınız.

 

Aslında sadece, “Bugün kapalıyım, eyleme gittim, dönmeycem!..” yazacaktım. Gülesiniz diye... Kadınları güldürmek zor bugünlerde. Sonra “komik” olmayayım dedim. Vazgeçtim.

 

Kadınlarla ilgili söylenenlerin çoğu hamasi kaçacak yine. “Üzerinde yaşadığımız toprağın adı bile Anadolu... Kadın anamızdır... Kadın çiçektir... Her şeyimizdir...”, diye başlayanlar olacak sözlerine. “Kadınlar günü”ne, belki de en çok erkeklerin ihtiyacı olduğunu bilmeden. Çünkü kadının şiddet görmemesi, özgürleşmesi, bireyleşmesi, erkekleri de özgürleştirecek.

 

Şunu da diyenler olacaktır: Kadınları yılın bir günü hatırlayıp, ajanda duyarlılığı yapıyorlar. Bunu yapanlar vardır belki, ama yazmayıp da ne yapacaksın. “Kadınlar günü”ndeki haber bültenlerinde bile kadına şiddet haberlerinin yapıldığı bir ülkede, bugün ne yazacaksın? Kadının adı sürekli şiddetle, ölümle, kürtajla, dayakla, aşağılanmayla anılıyorken, inadına aşk, sevgi, umut, barış yazacaksın aslında. Beni affedin, bu kadar olumsuz kavramla baş edemedim işte.

 

“Yerine koymak”, kolay değil bizim toplumumuzda. Olaya “namus” diye bakan ve kendini haklı bulan bir erkek, kadının yerine koyar mı kendini? Aslında bu yazıyı şiddet gören kadınlardan biri yazsın isterdim. Sonra düşündüm, bu bile tehlikeli. Kocası ya da her kimse, bunun için de ceza kesebilir!? Hâle bak! Artık empati kavramı yetmiyor. Empati kurup yazabilir miyim diye, kaç yazı yazmayı denedim. Olmuyor! Sekiz yerinden bıçaklanmış, tv’ye çıkıp “korunma hakkı” istediğini yineleyen bir kadınla empati kuramıyorum. Becerebilen önden buyursun.

 

Ne yazık ki bugün kadınlarımızı erkeklerden korumak için “Kadın Sığınma Evleri” var ve sayılarının yetersizliğinden yakınıyoruz. Kadınlarımız sığınma evlerine sığmıyorlar. Bu evlerde, hayalleri bile olmayan, olanların da erkekler tarafından kırıldığı kadınlar yaşıyor. Buna yaşam denirse. Kadın hep başkası, hep öteki. Kadın ancak çocuklarını korumaya, kurtarmaya çalışabiliyor. Yok üstüne koyabildiği bir şey. İzin verilmiyor. Erkek tahakkümü genellikle sınıfsal bir durum. Acıklıdır ki kadını bu kısır döngüde yaşatan erkek, kendini de aynı çukurda tuttuğunun farkında değil.

 

“O siz de olabilirdiniz!”, kampanyaları yapılıyor artık. “Susmayan bir çığlık duyduğunda 155’i ararsan, belki bir çocuğun annesi, bir annenin evladını kurtarabilirsin...” deniyor afişte. Gençliğimde seyrettiğim Amerikan filmlerinde ilk defa gördüğüm ve çok şaşırdığım o kasveti yaşıyoruz. “Polis devleti işte!”, diyordum o zaman, “ihbar” diyordum, “Bizde olmaz” diyordum, şimdi gerekli görünüyor bana. Nerden nereye ve düşündükçe, kim bilir daha da nerelere...

 

Erkeğin dinmeyen öfkesinin en temel hedefi kadın. Neden? Bu kadar kızgın, öfkeli erkek, üstelik ekonomik sıkıntı çekmeyeni bile, kadını aşağılıyor. Neden? Bilinçli, okumuş, ekonomik özgürlüğü olan kadın da diğerlerinden çok uzakta değil. Kadın düşmanlığı nerde başlıyor? Sınıflı toplumlara kadar yok diye biliyoruz tarihten. Freud’a göre, erkek doğumla anasından dışlanmış bir yaratıktır. Yani ömrü boyunca annesiyle yaralı. Bu bilgi de işimize yaramıyor.

 

Erkeklerin kadın düşmanlığı ölümcül sonuçlar doğuruyor. Bu öfkeyi anlamak bir işe yaramıyor, acil olarak şiddeti durdurmak gerekiyor. Çünkü anlama çabalarımız sonuç vermiyor. Olumlu bir sonuca nasıl varabiliriz? Adalet de çözüm olamıyor. Kadından cesaret beklemek de çaresizlik kokuyor. “Devlet baba” kadınları anlamıyor. O zaman ağırlığını koyup bu cinayetleri durdurmaya çalışmalı. Daha yeni yazıldı, son iki ayda 24 kadın öldürüldü. Bu da, kayda geçebilenler. Bu kadınlar nasıl başarıyorlarsa, hâlâ biz erkekleri affedip yaşamaya devam edebiliyorlar.

 

Kadına kader gibi dayatılan bu durum, ne yazık ki hiç kabuk bağlayıp iyileşmiyor. Yeniden yeniden hem de kamuoyunun önünde kanıyor, kanatılıyor. Kadınların sessiz çığlığını duyanlar da çaresiz sanki. Yine de büyük bir ironiyle yılda bir kere, “8 Mart düşer” ve kadın sonsuzlaşır. Siz de bir günlüğüne de olsa, bu sonsuzluğa hoş geldiniz. Hayal kontenjanımdan şu cümleyi kurmam lazım bitirirken. Belki bugün, bizi sonsuzluğun iyimserliği sarar.

 

* Komşu sinemacımız Theo Angelopoulos’tan ödünç aldım. Böyle bir yazının başlığı olabileceğini, aklına hayaline getiremezdi. Herkesin sonsuzluğu kendine! Beni anlayacağından eminim.

 

Tarhan Gürhan

gercekedebiyat.com

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM